30 Aralık 2011 Cuma

Elveda yeni yıl, elveda enteresan insanlar.. Vol kaç bilemiyorum ama en son III dü sanırım.

Enteresan insanlar dolu etrafta. Hayır, anlamadığım her zaman ağır takılırım ve benim gibi ağır durmalı etrafımdaki insanda. Tamam bazen şebeklik yapıyoruz ama sınırlarımız dahilinde. Sınırı kaçırdığımızda zaten kahkahalarımız oluyor genelde. O da olsun bir zahmet. Sürekli bunalım modda takılmaktan fena sıkıntı geldi çünkü. Neyse. Yine konu saptı. Enteresanlık diyordum. Mesela ne biliyor musun? Benim tanıştırdığım insanlarla hemen ilk günden muhabbet kuran insanlar yok mu? Çıldırıyorum. Yahu bir dur! Bir tanı. Ne böyle şen şakrak muhabbet. Kankam dediğim adamla sen benden daha çok konuşup görüşüyorsun. Ne bu acele. Artı, neden ben ? Tamam, her şey hoş güzel. Arkadaşımsın. Laf getirmem de, bi haddini bil yani.
Şimdi diceksin ki bana, "Ne bu sinir hacı?" .. Ya sinirlendiğim nokta ne biliyor musun dayı? Sinirlendiğim nokta kendimim aslında. Ben hala böyle insanları hayatımda barındırıyorum. Sil gitsin abi. Ben en ünlü yazarlarla muhabbet ediyorum. Saygı duyuluyorum. Benim en dandik yazılarıma bile "Helal olsun" diyor büyük ustalar. Sen kimsin? Nesin ki.. Ama işte yine de üzülüyorum yani. Üzüldüğüm şey de, bu zamana kadar nasıl bu kadar saf oluşum. Hakkaten bana bir şeyler oldu bu 2011 sonunda. Gözlerim açıldı sanki. Bu da sadece susup uzaktan izlemekle oldu her şey. Bir masada otururken " Neyin var neden sessizsin rojdda?" dediklerinde, "Sizi izliyorum" diyorum. Tabi bunu makaraya alıp karşı tarafın gülmesi ayrı bir enteresan. Şimdi yine konudan konuya atladın diyeceksin ama, şu insanlar kendilerindeki hataları kabullenemeyip karşı tarafı o hatayla suçlarlar ya; aynen öyle bir durum valla. Saçma sapan şeylerle uğraşıyoruz bu hayatta bunu anladım. Bitsin şu okul kimsenin yüzünü görecek değilim. Üniversite arkadaşlıklarına lanet edip ayrılacağım o kampüsten !
Neyse hacım. Yeni bir yıldan bahsedelim. çabuk geçti lan 2011. Farkındayım. Aman geçsin geçsin. Bana fena uğursuz geldi. Zaten hiç sevmem tek rakamları. Ama şu istatistiği çıkardım ki, benim bir senem muhteşem olursa diğer senem inanılmaz berbat oluyor. 2008 süperdi. 2009 hayatımın kazığını yediğim ve halt ettiğim seneydi. 2010 yine muhteşemdi. 2011 ise boktan. Bu kadar uğursuz bir sene de hayatımda görmedim. Neyse isteksiz bir şekilde umut etsemde 2012 benimsin olum ! Kaçamazsın..
Herkese güzel bir yıl diliyorum. Gereksizleri atın lan hayatınızdan. Ne uğraşıyorsunuz. Salla salla vur duvara :)
Hadi eywallah
rojdda

26 Aralık 2011 Pazartesi

Hayatla Olan Kavgamız.. Vol II

Kaçmak.. Sadece kaçmak istiyorum bulunduğum ortamdan. Öylesine koşmak, koşmak, koşmak istiyorum ki; herkesi geride bırakıp yepyeni insanlarla tanışmak ve onlardan gelecek kazıkları beklemek istiyorum. Bu kadar bunalmış durumda ne düşüneceğimi bilmiyorum çünkü. Sadece tek istediğim telefonumu kapatıp defolup gitmek. Öylesine derin yaralandım, öylesine derin izler taşıyorum ki kaldıramıyorum artık. Tanıdık tek bir yüz bile görmek istemiyorum. Değer verdiğim insanları bile. Sadece ben ve bana ait olmalı attığım adımlar. Ardıma bile bakmadan. Hemen, evet şimdi gitmek. Bunu istiyorum çok mu şey?
Hayatla yine anlaşamıyoruz. Yine ağır bastı kavgalarımız ve ben terkettim odayı. Kapıyı da bir güzel yüzüne kapattım ki sorma. Napabilirim? Daha fazla onun kavgasını sesini duymak istemiyorum çünkü. Bir geceliğine de olsa kavga etmek dayanılmaz hal alabiliyor. Hayatın sunduğu tüm seçenekleri reddediyorum. Yurtdışında okumak istiyorum yahu, çok mu şey? Yani, okusam n'olacak ki? Hem yeni bir sayfa açacağım, dostu düşmanı bırakıp en illet yerde; hem de yeni bir yer ülke, dil cart curt öğreneceğim. Ayaklarımın üstüne basacağım. Kendime güvenim gelecek. Eee birde 22 olduk yani yuh devenin nalı. Bırak azcık da rahat olayım be hayat. Yok yok, bu bana gün yüzü göstermeyecek belli. Ama yok canım. Bu sefer yok öyle name. Savaşmaksa savaşmanın alasını görürsün, kaybetmekse onu sen düşün hayatcığım. Yeter yahu kendimle bırak beni. Anladım, bensiz yapamıyorsun sürekli peşimdesin, paso kafamda dikiliyorsun ama bir yere kadar yani. Bende artık yeni yüzler görmek istiyorum ve yeni kazıklar. Yeni yüzler deyince zaten akla yeni kazıklar gelir. Kazık atmayan adam yoktur çünkü hayatında. Bu yüzden mükemmeli de aramaktan vazgeçmeliyiz bence. Zaten bu da kazık atacak, " Hea memnun oldum yeni kazığını sabırla bekliyorum" deyip tokalaşıp tanışıyorsun yeni insanla yani. Ne var? Ben alıştım sende alış bu yazıyı okuyan insan. Haksızsam haksızsın de. Ne olur de. Desene olumm. Diyemezsin çünkü illaki sende kazık yemişssindir. Neyse. Ulan hayat böyle işte konu nereye geldi hay Allah. Bak hayatcığım, tamam yine tartışırız ama ne olur bu gece bana bulaşma. Çok ama çok bitkinim. Yarın devam ederiz.
Hayydii selametle
rojdda

25 Aralık 2011 Pazar

Hayat ve Kısaca Ben. Çok Severiz Birbirimizi..

Hayat ile ben garip bir ikilemde kaldık. Ne zaman o sıkışsa beni sıkıştırıyor ben sıkışsam ona sövüyorum.  Neden böyle birbirimizi yediğimiz ise muamma. Sanırım çok seviyoruz birbirimizi. Bizi seviyoruz o yüzden çekişmeli beraber gidiyor durumumuz. Evet seviyorum hayatı, ama içinde değerli olan varlıklar olduğu için. Mesela annem, mesela babam, mesela kardeşim ve ablalarım abilerim. Çok iyi insanlar var etrafımda bu bir gerçek. Geçenlerde abimi aradım " sakın banka sektörüne girme, girmeyi planlıyorsan bile yatırım danışmanlığı yap".. iyiliğimi düşünmese bunları söylemezdi. Kendi batağına benide sürüklerdi. Ablam, kendi düştüğü hataları yüzünden " aman Roj, sakın Roj! Ben senin gibi bekar olsam tabiki de yapmazdım, evlendim boşandım" cart curt. Abi benim yeterince aklım var zaten ama abilerim ve ablalarım benim iyiliğimi istiyorlar bu aşikar. Hatasız olduğum söylenemez. Ben bir olayda zaten direk "Allah seni kahretmesin Roj, yine sende suç" derim. İğneyi kendime çuvaldızını başkasına batırırım. %100 haklı da olsam. Ama haklı olduğum konuda da susmam. O ayrı bir şey.
Kardeşim, ne kadar didişsekte ne kadar höykürsekte birbirimize harbiden iyi anlaştığımız zamanlar oluyor yahu. Ah bi de babama olan biteni anlatıp dedikodusu olmasa ... Tadından geçilme hacım. Okuyorsa eğer yani bu tavrından vazgeç sevgili kardeş.
Annem.. Ona söylenecek tek bir kelime yok aslında. Beni ben yapan, hatalarımla kabul eden. Tabiki yeri gelince bağıran çağıran biri o hatalar yüzünden. Ama beni tek kalemde silmeyen tek insan. Ona olan sevgim ölcülemez ne yazıyla ne de sözle. Direk gözyaşlarım anlatır.
Babam.. Hiç yaşamadım aslında babamla. Bu yüzden baba sevgisinden yoksun büyüdüğüm kesin. Sevgiyi başka yerlerde aramadım Allah'tan. Ergenlikte aradık tabi. Bulamadık o ayrı. Ergenliğin getirdiği deli çağ. Ama kendime leke getirmedim hiçbir zaman. Allah'a şükür. Bulsam da getirmezdim emin ol. Öyle bana " tabi tabi " gibi kafa sallama ! Sakın ha.Ne diyordum. Babam.. evet sevgisiz büyüdüm ama geldik bir kere 22 ye. Valla şuan gözümde büyüdü şu 22 haa. Baya yaşlandık lan. Seneler öyle bir geçiyor ki sorma gitsin. Ama çaktırma tabi ben hala 19 um. Kim nerden anlıcak. İki fön iki hafif makyaj cillop gibi 19 um işte. Kim sorcak kimliğimi. Salla lan hayatı. Niye bakıyorsun öyle aval aval. Hadi koş camdan dışarı bak gökyüzüne. Göreceksin seni seven yıldızı pencerende
Hadi eywallah
rojdda

24 Aralık 2011 Cumartesi

Hayat - Yeni Yıl- Var Mı Lise Arkadaşların Gibisi? Bu 3lüyü seviyorum

Gri tadında her şey. Tozpembe olan hayat, önce siyah sonra beyazdı gözümde. Artık gri olmaya başladı. Sanırım 2011 yılı sonunun verdiği bir tonlama oldu. Bence böyle iyi. Tam kıvamında. Ne siyah ne de beyaz. İkisi de gözümü alıyordu zaten. Bu yüzden uzağı görememe bozukluğu oluştu ya zaten. Şuan iiyi ama ne yalan söyleyeyim. Sevdim bu rengi. İlk kez hayatı sevdim. İlk kez bana bir iyilik yaparak kıvamını verdi. Aferin lan hayat. Sevdim seni kankam..
Artık öyle aşırıya kaçmıyorum. Mesela; kimsenin dostu olmuyorum. Kimse de benim dostum değil. Böyle kafalar daha kıyak. Ne ben kazık yiyorum  ne de karşı taraf kazık görebiliyor benden. Aslında artık kaldıramadığım için bıraktım tüm bunları. Kimsenin dostu olamayacağımı anladığım için. Bu yükü taşıyamadığımı görünce vazgeçtim her şeyden.. Çünkü hem kıskançlık, hem verdiğin sözleri tutamama, hem hep bana hep bana; bu 3lü içinden çıkamıyor insan. Bu yüzden salla'dım gitti. Artık dost yok, böylelikle düşmanda yok. Çünkü bakıyorum da, en büyük düşmanın hep en yakınların oluyor. Benim lisede bir arkadaşım vardı adı Rabia. Ya tamam kötülüklerimiz de oldu birbirimize. Kırdık üzdük dövüştük saç saça baş başa girdik. Ama hiç bir zaman beni kötü bir duruma sürüklemedi. Aksine hep iyi tarafaydı. Sigara içerdi, bana "ben içiyorum asla sen içmeyeceksin" derdi. İyiliğimi isterdi. Var mı böyle insan şimdi? Yok arkadaşım. Üniversitede yok! Ben lisedeki arkadaşlarımı özlüyorum ne yalan söyleyeyim. Üniversite ortamı başkadır diyen insanlara sadece" Hadi laayynn ordan" diyebilirim. Tamam birbirimize gıcıktık lisede, laf sokardık vs vs. Ama ayrıldığımızda anladık ki bizim bizden başka "kardeşimiz" yokmuş.. Gerçekten öyle.. Ergenlikti bizimkisi de bakmayın. İnsan çekemez kıskanır gıcık olur vs. Geçti gitti. Şimdi sokakta görsek birbirimizi 40 yıl görmüyormuşuz gibi sarılır birbirimize. Hangi üniversite de var lan bu? Hiçbirinde. Var diye karşıma kimse de çıkamaz valla. Onun yalan olduğunu bir ıspatlarım ki şaşar kalır. Devir çıkar devri olmuş. Paran var mı en iyi arkadaşımsın, araban var mı adamsınn, paran mı yok kuzenin bile bakmıyor suratına. Bırakın bu işleri.. Bu yüzden bıraktım artık dost most hikayelerini..
Yeni yılın herkes için bir umut kapısı olduğunu biliyorum. Herkesin yeni yılda tüm dilekleri gerçekleşir inşallahh.. Ama bir şartla! Eskileri ve gereksizleri 2011 de bırakmak koşuluyla.
Hadi selametle
rojdda

19 Aralık 2011 Pazartesi

Nesine? Hem Büyüğüne, Hem Garantisine!

Biliyorsunuz Yılbaşı Özel Çekilişi Türk Milleti için geleneksel bir heyecandır. Çekiliş yapılırken herkes ekran başına kilitlenir, sizin numaralarınızı taşıyan topların çekilmesi için dualar edilir. Biletinize sonuna kadar güvenirsiniz çünkü onu, uğurlu olduğuna inandığınız bayiden almışsınızdır. Lakin gelin görün ki hep amorti!

Biz de sevgili bloğunuz olarak araştırdık ve son 10 çekilişin 2 tanesinin büyük ikramiyesi Nesine.com’da satılan Milli Piyango biletlerine çıktığını gördük. Bu nedenle biz de dedik ki, neden bu blogda da Nesine.com biletlerinden satmıyoruz? Şanslı okurlarımızın ayağına kadar getirmiyoruz? Hatta bir de üzerine neden bomba gibi bir kampanya yapmıyoruz; 5‘er adet biletten oluşan Amorti garanti paketi alana 1 Amorti Garanti demiyoruz?

Sizce de buradan daha şanslı başka bir yer var mı? TIKLA, HEMEN BİLETİNİ AL!

Şansımız dönecek diye saatlerce kuyrukta beklerken aslında farkında olmadan şansımızı kaçırıyoruz. İnanın hiçbir şey sizi o kadar beklemez! Demem o ki; yılbaşında biletlerinizi benim bloğumdaki link üzerinden alın, siz kazanın biz de mutlu olalım!

Bir bumads advertorial içeriğidir.

7 Aralık 2011 Çarşamba

Aşkım'a ..

Aşkım..
Sana ilk kez yazıyorum belki de. Belki de yazılarımda seni de katmışımdır da, farkında değilimdir. Ama sana yazmak istiyorum bugün. Bugün, seni görmek, seni hissetmek istiyorum. Affetmelisin aslında beni, çünkü ben seni hiçbir zaman senin kadar sevemedim. Eskiden derdin ya hep "ben daha çok seviyorum" diye, bende itiraz ederdim " hayır, hiçte bile ben" diye ya.. Yok aşkım, sen daha çok seviyorsun bunu anladım. Zaman geçtikçe duygular daha bir oturuyor sanki yerli yerine. Hayır hayır, bu sevmemekle alakası yok. Elbette çok seviyorum ama senin beni sevdiğin kadar değil. Bunu çok daha iyi anladım. Bazen senin sevginin altında eziliyorum, bazende acaba "rol mü yapıyor" diyorum. Yalan yok şimdi. Bugün tamamen sana yazıyorum. Eskiden daha fazlaydı bu ağır sevgi seli, ezilmekte kalmayıp boğuluyordum sevginin altında. Ama zamanla ve zaman geçtikçe bizde de yerine oturdu sanırım bu sevgi. Rengini yeni yeni almaya başladı ve çok güzel bir tat veriyor şimdi. Aşk çok başka bir şey sevgilim. "ben sana aşığım" derken hiç inanmadım çünkü değildin. Ne sen ne ben aşkı yaşayabildik. Kimse yaşayamadı aslında, herkes aşkı yaşadığını zanneder. Çünkü vazgeçilmez değiliz sevgilim. Vazgeçeriz birbirimizden eğer bu gerekiyorsa. Sevgi bazen vazgeçebilmektir bunu biliyorsun. Bildiğin halde "senden vazgeçemem" diyorsun. Deme bunu...
Ben hep sevgimi göstermeyen taraf oldum aşkım. Çünkü elimde değildi. Ben aşkımı reklam yapmak amacında değildim ve yapmadım da. Parmağımda yüzük olmasa da hep kalbimdeydin. Kızlarla bir yerde oturup "aa şu çocuk ne tatlı" diye esprisi yaptığımızda bile sen kalbimdeydin. O esprilerde kalıyordu sen kalbimde. Sen hiç görmedin bu sevgiyi. İsyan ettin, bağırdın, çağırdın. Sıktın belki de beni ama ben sevdim. Bazen nefret etmedim değil. Ettim. Bunaldım hatta, "ayrılırsak ayrılalım bee yettti" dediğim zamanlarda oldu. Ama 2 gün sonra "aşkım ben seni seviyorum" deyip geri dönüşlerimizde oldu. Biz aslında hiç vazgeçemedik birbirimizden. Her ne kadar vazgeçilmez değilsek de, yapamadık. Bugün 1 sene 6 ay oldu tanışalı. Tabi ki yeterli değil ki... Kime yeter? Ömür bile yetmez. Çünkü daha çok değişeceğiz, yaşayıp göreceğiz. Yeni yıllar, yaşlar, insanlarla karşılaşacağız. Hep kalplerimizde var olduğumuzu bilerek..

Hiç sevmesem de söylemeyi, "seni seviyorum aşkım"..

3 Aralık 2011 Cumartesi

Beklentiler de insanlar gibi...

Beklentiler, beklentiler, beklentiler... Hiç bitmeyecek olan beklentileri var insanların, benimde dahil. Aşktan, dostluktan, okuldan, hayattan, kendinden ve hatta küçücük taştan bile beklentimiz olur, topuklu giyiniyoruz ayağımıza takılmasın diye. Çok ilginçtir, bu beklentiler gerçekleşmez. Gerçekleşmediği için hep oraya takılı kalırız. O gerçekleşene kadar hiçbir iş yapamaz hale geliriz. Acı çekeriz, ağlarız, kimseyi görmek istemeyiz, yalnızlığı dost ediniriz. O beklenti gerçekleşene kadar normal hayatta değiliz. Beklentiler olmasa belkide mutlu, mesut, hayattan hiç şikayeti olmayan insanlar oluruz. En çok beklentiyi de insanlardan bekleriz.Bir insandan ne kadar çok beklentimiz varsa o kadar çok acı çekeriz. Aşktan bu kadar beklentimiz olsa acıtmaz belki ama, dostumuzdan bir beklentimiz varsa o hayat cehennem olur orada. Hele bir de beklentilerimiz tersine giderse, vay halimize.
Seversin... Dostunu, aşkını, işini, okulunu, aileni.. Aile biraz daha dışında kalıyor beklentilerin. Çünkü beklentisiz sevilebilecek tek yer orası. Aslında bazen, ailenin bile bir beklentisi vardır. Fakat iyi beklentilerdir. Acı vermez, acıtmaz. İçinde zerre kadar kötülük yoktur çünkü ailedir. Canından candır. Dostlukta biraz farklı gelişir. En başta biraz tedirgin başlar, sonra tanıdıkça biraz daha yakınlaşır; daha sonra tamamen beklentiye ve çıkara dönüşür. Çıkar bitince, beklentilerde kalmayınca ya da beklentilerin artık gerçekleşmediğini görünce, dostluk biter. Senelerini harcasan da o dost sandığın dostun için, kural böyle. Eskiden yaz tatillerinde dostların senin arardı, şimdi aramıyor mu? O zaman beklentileri ve çıkarları bitmiştir.
Yani anlayacağınız herkesin bir beklentisi vardır hayattan. Diyorum ya, ufacık bir taştan bile beklentimiz var; ayağımıza takılmasın aman, diye. O yüzden gitmek istiyorum ya bir kasabaya, çıkarsız beklentisiz kendime yaşamak...

En büyük hata; aynaya baktığımızda gördüğümüzde...

Herkes aynı şeyi yazıyor iletilerine, "meğer ne kadar yanlış insan tanımış ve hayatıma almışım.. Yazıklar olsun".. Herkes mi aynı hatayı yapar? Bende hep kendimde arardım suçu. Çok safım, iyi niyetliyim, iki gülen yüzü dost biliyorum diye. Meğer hata bende değil karşı taraftaymış.. İnanamıyorum kendime ve inanmak istemiyorum. Son yediğim dost kazığından ve "Bir İnsanı Tanıyamamak" olan yazımdan sonra hiç kimseye güvenmiyorum. Hatta kendime bile güvenmiyorum desem yalan olmaz. Çünkü bazen kendime verdiğim sözleri bile tutamıyorum, hep erteleniyor. Aynaya baktığımda yüzleşemiyorum kendimle, ancak yazdığım zaman "ben" oluyorum. Yaza yaza yüzleşiyor ve kendime olan güvenimde azalıyor. Peki kime güveneceğim bu hayatta? Yukarıda baktığımda göremediğime ve varlığını her an hissettiğime inanıyorum evet; ama bu hayatta kime güveneceğim? Kime derdimi açabileceğim? Açtığım insanlarda var elbet ama, ya bir süre sonra onlarda benden sıkılırsa? Şimdiden başladılar bile tavırlarıyla kendilerini benden uzaklaştırmaya. E bende üstüne gidemem kimsenin, bana selam vermeyene ben neden vereyim? Çok depresif bir insan sayılmam aslında. Hep iyimser bakarım dünyaya, şükrederim daima. Fakat olanlar sadece beni değil bir çok insanın artık güvensizliklerini arttırıyor... Çok merak ediyorum, bu kazık atan insanların hiç güvendiği insanlar yok mu? Bir gün onlarda bu kazıkların toplamını yiyecekleri akıllarına gelmiyor mu? Ben yaptım bir gün bulacağım hiç mi demiyorlar.. Anlamıyorum artık, bu dünyayı da adaletini de sistemini de anlamıyorum.
İnsan ilişkilerine dair her gün yeni bir şey öğreniyorum fakat kesin olarak şunu kanıtlıyorum artık. Bir insanın üzerine ne kadar titrersen o insan senden o kadar uzaklaşıyor. Ne kadar da değer vermezsen o insan senin üzerine titriyor bu sefer. Zaten ikili dörtlü beşli arkadaşlık ilişkilerinde hep bir kişi daha fazla seviyor. Ya grubunu seviyor o kişi, yada karşısındaki dostunu seviyor ve değer veriyor. Sonunda da üzülen o oluyor. Ama elimizde değil ki... Karşındaki dostunu, arkadaşını öyle çok seviyorsan bu senin elinde değil ki ona değer vermeden duramamak. Aslında hata yapıyoruz. İnsanları önce izlemeliyiz, tartmalıyız, ölçmeliyiz ki kendimizi yavaş yavaş sokmalıyız hayatına. Biz hemen iki canım cicim lafına 'aa bu bana dost' diyoruz. En baba hatayı burda yapıyoruz. Ne kadar da bunun hata olduğunu bilsekte devam ediyoruz yapmaya. Beklenti içerisinde oluyoruz ve en büyük hatayı da beklentilerin geri dönmeyişi veriyor zaten insana. Acı veriyor, acıtıyor içini.. İşte bunu kesinlikle öğrendim. Hem kendi derslerimden çıkardığım notlardan, hemde etrafımda tanık olduğum olaylardan ötürü. Artık kendimi sevdirmeyi bıraktım insanlara. Yapabileceğim en iyi şey sevilebilecek insan olmak.. Gerisi karşı tarafa kalmış. Zaten zamanla kimin dost kimin düşman olduğunu anlıyorsun. Herkes gittiğinde yanında kalanları görünce...

23 Kasım 2011 Çarşamba

Yeniçarşım.com ile Evden Çıkmadan Çarşıya Çıkıyoruz!

Ekim ayından bu yana yayında olan Yeniçarşım.com, alışkın olduğumuz e-ticaret sitelerinden oldukça farklı. Site şimdiden sloganı olan “Evden çıkmadan çarşıya çık” mottosunu fazlasıyla yerine getiriyor. Çünkü şimdiden Yeniçarşım.com’da yüzlerce mağaza var ve siz dilediğiniz ürünü bu mağazalar arasından seçerek kolaylıkla satın alabiliyorsunuz. Üstelik, internetten alışveriş yaparken en çok çekindiğimiz “güvenlik” engelini Hürriyet Güvenli Alışveriş Sistemi ile çözmüşler. Sistemi açıklayan video:

Yeniçarşım.com’un diğer alışveriş sitelerinden önemli farkları var. Platformun en belirgin karakteristiği olan alıcı ile satıcıyı bir araya getirme stratejisi, satıcıların (mağazaların) ticari kuruluş olması gibi akıllıca bir taktikle desteklenerek, son derece başarılı bir sistem getirilmiş durumda. Yeniçarşım.com’da satış yapan her mağaza, ticari unvana sahip, fatura kesen ve dolayısıyla garantili ürün satan mağazalar. Bu sayede aynı ürünü birden fazla mağaza arasından güvenle seçerek satın alabiliyorsunuz. Herhangi bir problemde “Hürriyet Güvenli Alışveriş Sistemi” ve Yeniçarşım’ın başarılı müşteri hizmetleri departmanı hizmetinizde.

www.yenicarsim.com'da 24 farklı kategoride onbinlerce ürün bulunuyor. Giyimden aksesuara, elektronikten beyaz eşyaya kadar aradığınız her şey Yeniçarşım.com’da.

Ayrıca, www.facebook.com/yenicarsim ve www.twitter.com/yenicarsim adreslerinden ise Yeniçarşım’ı takip edebilir, kampanya ve fırsatlardan haberdar olabilirsiniz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Van için Herkes Tek Yürek!


Van Depremi'ne duyarlılık gösteren ve zor durumda olan depremzedelere yardım elini uzatmak isteyen vatandaşlarımız için bir liste hazırladık. Aşağıdaki kanallardan dilediğinizi seçerek yardımlarınızı en kolay şekilde Van'a ulaştırabilirsiniz:

1. KIZILAY
2868'e tüm operatörlerden boş bir SMS göndererek Kızılay'a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

Ayrıca havale yoluyla destek olmak isteyenler, tüm bankalardaki "Türk Kızılayı" hesaplarından bağış yapabilir. Ayni bağışlar Türk Kızılayı lojistik merkezleri ve şubeleri tarafından kabul edilecektir. Tüm Kızılay şubelerinin iletişim numaralarını buradan öğrenebilirsiniz.

2. AKUT
Tüm GSM operatörlerinden 2930'a göndereceğiniz AKUT yazan bir SMS ile AKUT'a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.

Kredi kartını kullanarak internet üzerinden bağış yapmak isteyen vatandaşlarımız CardFinans ya da diğer banka kartlarını kullanarak bağışta bulunabilirler.

Havale/EFT için Banka Hesap Numaraları;
T. İş Bankası - Gayrettepe Şubesi - TR14 0006 4000 0011 0800 6666 63
Finansbank - Gayrettepe Şubesi - TR92 0011 1000 0000 0001 9576 70
Garanti Bankası - Ortaklar Cad. Şubesi - TR26 0006 2000 3570 0000 0029 30

3. BAŞBAKANLIK YARDIM KAMPANYASI
Başbakanlık tarafından Van’da yaşanan deprem nedeniyle başlatılan yardım kampanyası çerçevesinde saptanan banka hesap numaralarına buradan ulaşabilirsiniz.

4. KARGO FİRMALARI
Yurtiçi Kargo, PTT Kargo, MNG Kargo ve Aras Kargo yardım gönderilerini ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaktadır.

5. HÜRRİYET EVLERİ
Deprem sonrası yaralarını sarmaya çalışan ve kış öncesinde evsiz kalan Van için Hürriyet Gazetesi de büyük bir seferberlik başlattı. Hürriyet, Van’da kış koşullarına dayanıklı, mutfak, banyo ve tuvaleti olan "Hürriyet Evleri" kuracak. Kızılay işbirliğinde başlatılan kampanya ile her biri 6 bin liraya kurulacak evler, evsiz kalan vatandaşlara sıcak bir yuva olacak.

Van Depremi - Hürriyet Gazetesi Bağış Hesapları
T. İş Bankası Mithatpaşa Şubesi
4228 - 0971947 / IBAN TR370006400000142280971947
T.C. Ziraat Bankası Kızılay Şubesi
Hesap No 685-2868-5189 / IBAN TR060001000685000028685189
Garanti Bankası Kızılay Şubesi
Hesap adı: Van Depremi - Hürriyet
Şube: 082 Hesap No: 6294703 / IBAN TR72 0006 2000 0820 0006 2947 03

Yapacağınız ufak bir yardım zor durumdaki bir çok insanı hayata bağlayan bir umut olacaktır. Mesajımızın ulaştığı herkesi, deprem bölgesinde yardıma ihtiyacı olan vatandaşlarımıza yardım etmeye davet ediyoruz.


Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Bir insanı tanıyamamak..

Nasıl olur anlayamadım. Evet henüz gencim, bir çok darbe göreceğim, bir çok kez aldatılacağım vs. Fakat bir insanı nasıl tanıyamam bunu bir türlü hazmedemiyorum. Gözünün önünde hazırlıyor sana tuzağını ama sen farketmiyorsun. İçten içe konuşuyor yüzüne bakarak ama sen duyamıyorsun. Kaç yaşına gelmemiz lazım insanları tanımak için? Ne kadar daha olgunlaşacağız bilemiyorum. İnsanlar nasıl bu kadar burnumuzun dibine girebiliyor onu da bilemiyorum. Sanırım bizde hiç iş yok. İki güleryüz, iki espri, iki lak lak, iki "canımm sen bitanesin" lafları bizi bizen alıyor. Hangi ilişkide olursa olsun; aşkta, dostlukta, arkadaşlıkta, flörtte, nişanda, evlilikte her yerde var. Anlamıyorum ve sanırım hiç anlamayacağım dost yüzlü şeytanları. Hep merak ederim, bu insanların vicdanı var mı? Allah korkusu var mı? İlahi adaletten haberleri var mı? Olsa bunları hala yapmaya devam ederler miydi, şüpheli. Bazen kendimde de suç var yok demiyorum. Farkında olamadan yaptığım suçlar ama bu kadar da vicdansız olamıyorum. Hep kendimi bu insanların yerine koyuyorum aslında kazık yedikten sonra ama gerçekten acıyorum bazen. Doğruya doğru, ne yalan söyleyeyim. İnsanları birbirine düşürmekten zevk alan insanlar var mesela. O iki insanın birbiriyle kavga etmesinden, tartışmasından, yollarını ayırmasından mutlu olan insanlar var mesela. Gördükçe uzaktan gülen ve kahkaha atan. Şaşırıyorum kalıyorum valla ne diyeyim. Çok değişti insanlar çok. Bazen bakıyorumda hiç ummadığın insanlar hırsızlık yapıyorlar gözlerinin önünde. Hastalık deyip geçiyorsun. Bence bu da bir hastalık. İnsanların kavgalarından zevk alan insanın, aklından şüphe ederim.
Çok acı... İnanılmaz üzülüyorum son günlerde. Üzülmemem gerekirken! Fakat insanlığın bu derece kötüye gitmesinden korkmuyor da değilim. Allah herkesi kötü insanlardan, fesat insanlardan uzak tutsun. Böyle bir yazıdaki gibi başınıza gelen olaylarda ise sadece sabırlı olun. İlahi adalet vaktinde kararname çıkarır çünkü.
Sevgiler herkese

Karalamak kolay, peki aynaya bakmak?


Karalamak ne kadar kolaysa, bir insanın aynaya bakması da o kadar zordur. Hani derler ya "adam gibi adam ayrılıkta belli olur" diye. Cidden öyleymiş. Aşk da, dostluk da, sevgi de her şey de herkes ayrılıkta belli olur. İki medeni insan gibi derler ama kimse bu medeniliğe bir türlü uyum sağlayamaz. İki tarafta konuşur durur, artık kaç tarafsa bu bazen 7 8 taraf olabiliyor. Hele ki bazıları yok mu bazıları... Adeta iki insanı düşürmek için fırsat kolluyor. O onun hakkında bir şey söylese de bende gidip yetiştirsem diye. Hemde ışık hızı internet hızıyla. Şu dedikodu kadar kötü bir şey yok cidden. Bir gün karar alsak, gıybet etmeme adına, yalan söylememe ve dedikodu yapmama adına; kesinlikle herkes sus pus olurdu. Konuşcak bir şeyimiz kalmazdı çünkü. İnsanların birbirlerine attıkları laf, söyledikleri sözler. Anlatılmaz yaşanır boyutta. Hayır, şunu anlamıyorum. Kimse dört dörtlük değil ki şu dünyada. Var mı öyle biri yok maalesef. O yüzden bir insanı karalarken, "yalancı, edepsiz, terbiyesiz, rezilliğini herkese anlatan vs" derken, dönüp bir aynaya bakıpta sorgulamıyorlar kendilerini. Acaba biz bunları yapmıyor muyuz diye. Halbuki, en başta yaptıkları şey aslında onları yüzleştiremeyen. Sen tüm bunları yaparken, aslında kendindeki suçu atıyorsun masum insana. Hal böyle olunca acımaktan başka bir çare gelmiyor elinden. 

Ben hiç üzülmüyorum kendi adıma. Çünkü ne ayrıldıktan sonra konuşurum aşkımla ya da dostumla, ne de arkasından atıp tutarım. Soranlara kısaca anlatırım belki sebebini ama nefretle değil, çünkü güzel günlerin hatrı vardı. Ha bir de, nefret herkese duyulacak bir duygu değildir. Nefret ediyorsan hala yollarını ayırmamış, hala onu umursuyorsun demektir. İşte bu yüzden üzülmüyorum. Çünkü beni eleştiren insanların aynaya bakıp benden özür dileyecekleri günleri bekliyorum. Bir umut işte bekliyor ve susuyorum.

Sevgiler

4 Ekim 2011 Salı

Sevdiklerinize Doğum Günü Hürriyet'i Verin



Hürriyet Gazetesi'nden okurlarına doğum günü, sevgililer günü, yıl dönümü ve diğer tüm özel günler için unutamayacakları bir hediye fırsatı!

Doğduğunuz gün Türkiye'de ve dünyada neler olduğunu hiç merak ettiniz mi?

Hürriyet, ilk yayın tarihi 01.05.1948'den günümüze kadar olan tüm baskılarının birinci sayfalarını kullanımınıza sunuyor. Bu sayede aileniz ve sevdiklerinize, doğum günlerine ait sayfayı armağan ederek bu özel günleri unutulmaz kılabilirsiniz. Ya da dilerseniz kendi doğduğunuz güne ait gazetenin ilk sayfasını sipariş edip saklamanız mümkün.

Size özel Hürriyet'inizi, orijinal gazete kağıdına baskılı olarak farklı ebatlarda seçebilirsiniz. Ayrıca ister karton tüp içerisinde, ister özel kutuda, isterseniz de oldukça şık bir ahşap çerçeve içerisinde sipariş verebilirsiniz.

Bunun için tek yapmanız gereken http://satis.hurriyet.com.tr adresini ziyaret ederek istediğiniz tarihi belirtmeniz!


Bir bumads advertorial içeriğidir.

30 Eylül 2011 Cuma

Günden güne eriyen günümüz ilişkileri

Bugünlerde bir huzur var içimde, yüzümde, tebessümümde.. Biraz da öfke ve şaşırma duyusu. Sadece susarak dinliyorum etrafımdaki herkesi, her şeyi. Susuyor ve izliyorum. Ne tepki verirsem yüreğime söylüyorum tepkilerimi, mimiklerim sizlere ömür. Bazen tepkilerimde fazlasıyla ağır olabiliyor bedenime çünkü. O yüzden durup düşünme zamanı diyorum…

Duyuyorum. Hakkımda ne konuşulursa konuşulsun bir bir duyuyorum sessiz konuşmalarınıza rağmen. Fakat sadece gülüyorum, çünkü susan bilir ki konuşursa kimse kaldıramaz. O yüzden sadece gülüyor ve yüreğime tepkimi yansıtıyorum. İnsanlar büyüdükçe olgunlaşmıyorlar, aksine çocuklaşıp daha çok varoşlaşıyorlar bence. Günümüzde kaldı mı arkadan konuşup kazık atmak ya da dost görünüp aslında içten içe karşındakini bitirmek… Kalmaz mı? Gün geçtikçe artıyor. Yapılan kavgalar, tartışmalar, konuşmalar varoşca olup, geride geçmişteki güzel anıları bile bırakmıyorlar sözleriyle, gözleriyle. Bu kadar kolay yani onlar için silmek. Bu kadar basit karalamak bir sayfayı… Bu kadar kolay dostuna iftira atmak ve bu kadar kolay hayatına birini aldığında dostunu silmek, süpürmek olanı biteni. Nedir bu? Bir ego mu? Ya da kendini beğenmişlik mi? Yok yok, bu basbayağı sahtelik! Maskesini sonradan düşüren bir sahtelik. Madem öyle, madem sahtesin; söyle o zaman en başından göster kendini. Ne diye o kadar zaman kendin olmayan bir hayalete bürünmek zorunda kalıyorsun ki? Kasma bu kadar rahatla, gevşe .. Olduğun gibi davran, belki daha çok severim seni bu sahte halinle…

İnsanlar neden hayatımıza girmek için bu kadar çaba sarfederler? Bizim kara kaşımıza kara gözümüze mi, yoksa hayatımızdan çıkmayı planlayıp canımızı acıtmak mı? Aşkta da dostlukta da bunu mu ilke edinirler? Sebepsiz yere kıskanmak, izini kaybettirmek bunun için midir?... İnsanların anlaşılmaz varlıklar olduğunu bilirdim. Fakat hayatımıza girip, hayatımızı mahfedip sonra çekip gittikten sonra; köprünün altından o sular aktıktan, yaşam değiştikten sonra dönmenin manası nedir bilemiyorum. Günümüz ilişkileri… Hem aşk hem dostluk hemde aile. Çok vasat bir durumda. Etrafıma şöyle bir bakıyorumda, hem aşk ilişkileri hemde dostluk ilişkilerinin sahteliklerini görmekle hiç zorlanmıyorum. Çok seven de aldatıp terk edebiliyor hiç sevmeyende. Ya da çok seviyor gibi görünüp sonradan maskesi ortaya çıkan da olabiliyor. İşte benim sitemim de bu! Neden maske takmak zorunda insanlar? Neden dostum deyipte sırtından bıçaklamaya hazırlanıyorlar? Ya da neden seni seviyorum, ömür boyu seninleyip deyipte yarı yolda bırakıyorlar? Anlamıyorum…

Her insan bir olamaz tabiki, ama her insan karşısındakini acıtacak kadar gaddar da olamaz. Bazen kendimde artıyorum suçu, çok yüz verdim diye; bazen de neden suç bendeki ne kötülük yaptımda bunları görüyorum diyorum. Hiç kırmasanda bir insanı bazen insanlara fazla iyilik ters tepki yaratıyor. Yaşasın kötülük demeye bırakıyor yerini. Yazık… Günümüzdeki her şeye yazık der oldum. Yapılan savaşlar, insanlar arasındaki gerginlik, bozuk ilişkiler vs. her şey bozuluyor gittikçe dünyada! Anlam veremediğimiz ve veremeyeceğimiz gibi…

22 Eylül 2011 Perşembe

1 Milyon Çocuk Burada!

Türkiye’nin en çok tercih edilen çocuk ve gençlik portalı Tipeez.com, iki yıldan kısa bir zamanda 1.000.000 üyeye ulaştı!

Her hafta birbirinden çeşitli aktiviteleri ve eğlenceli sürprizleriyle dijital neslin nabzını tutan Tipeez, hem 18 yaş altı çocuk ve gençlerin, hem de ebeveynlerin ilk tercihi olmayı sürdürüyor. Üyelerinin yaratıcılıklarını ve ifade yeteneklerini geliştirmeye yönelik ödüllü yarışmaları, eğlenceli oyunları sayesinde portal, kısa sürede tam 1.000.000 çocuğun uğrak yeri haline geldi. Gece 22:00’de kapanan sohbet odaları, deneyimli moderasyon ekibi, ebeveyne kontrol yetkisi sağlayan özel sistemi, kaba ve müstehcen konuşmalara izin vermeyen patentli programıyla Tipeez.com’da, birbirinden farklı birçok güvenlik önlemi mevcut.

Çocuk ve gençlere, özenle tasarlanmış güvenli bir ortamda bilinçli internet kullanımı tecrübesi yaşatan portalda sürekli güncel haberlerin yayınlandığı bir haber kanalı da mevcut. Bu haber kanalı aracılığıyla Tipeez, üyelerine haber okuma alışkanlığı kazandırmakla kalmıyor, aynı zamanda gündemdeki gelişmeleri yorumlamaya ve sorgulamaya da teşvik ediyor.

Siz de geç kalmadan Tipeez Dünyası’nı keşfetmek için tıklayın!


Bir bumads advertorial içeriğidir.

Bu video Adobe Flash Player'ın son sürümünü gerektirmektedir.

Adobe Flash Player'ın son sürümünü indirin.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Günümüz çocuklarının gerçeği "İNTERNET"

"...Kendime bir şey itiraf etmem gerekiyordu. Birkaç gün önce, Kerem’in babasıyla dışarı çıktığı ender Pazar günlerinden birinde bilgisayarını açtım. Nelerle ilgilendiğini görmek istedim ve dehşet verici bir dünyayla karşılaştım. Ergenlik çağında bir erkek çocuğuna sunulan ne kadar çok porno film olduğunu görüp hayretten hayrete düştüm… Bu eylemlerde sevginin, şefkatin hiçbir yeri yoktu. İnsanlığın temel ilkelerine aykırı bir şiddet ortamıydı burası…
Sonra oğlumun üye olduğu bazı sitelere girdim. Şifre gerektiği için hepsini ayrıntılı inceleyemedim ama dehşetle fark ettim ki gençlere kolay intihar yöntemleri öğretmekten bomba yapımına kadar her şey vardı bu sitelerde. ‘Değer’ diye bildiğimiz her şeyle dalga geçiliyor, nihilist, boş ve yaşamaya değmeyecek bir dünya modeli çiziliyordu…” *
Çocuklarda, gençlerde dünyamızı temsil eden ve geleceğimizi kuracak olan varlıklar. Bende gencim, 21 yaşında üniversitede okuyorum fakat 40 yaşındaki bir kadının edindiği tecrübe kadar olmasa da yaşamış ve görmüş gibiyim. Öylesine zayıf ve karakteri oturmamış gençler var ki, onlarla birlikte aynı ortamda olduğum çok olmuştur. Kararlarını veremeyecek nitelikte, şimdiki zamanın medyasının ve internetinin modasının getirdiklerini örnek alarak yetişiyor. 17 yaşında da arkadaşlarım var 27 yaşında da arkadaşlarım var. Kimisi 17 de olgun ve kendini yetiştirmiş, kimi de 27 ye gelmiş ama boş gelmiş… Kimisi kendini bir gruba adamış isim vermemek gerekirse, kimisi ise başka bir yol çizmiş o yoldan ilerliyor. Üniversitede çok görüyorum. İstanbul’a şehir dışından gelmiş kızlar erkekler, bir ayda bambaşka insanlar oluyorlar. Bunların eserlerinin sahiplerinin hepsi aileler. Aile yetiştirmesinin eksik olduğu, aileden ayrı kalınca ortaya çıkıyor. Bazı dostlarımızla sohbet ederken ‘babam benle bu yaşıma kadar hiç ilgilenmedi, annemse kendi hayatıyla haşır neşir’; kimisi ise ‘aile sevgisi görmedim ki hep sokaklarda orda burada büyüdüm’ dediler. Ağlaya ağlaya anlattıkları bu hikayelere içim parçalanarak dinledim. Öylesine acı ki yeni nesilin böyle büyümesi… Yazık dedim sadece. Sırf ilgi ile olmuyor tabi ki. Çok ilgi gösteren ailelerde gördüm. Çocuğunun bir dediğini iki etmeyen. Fakat bu çocuklarda başka şeylere merak salarak, her dediklerinin olduğu bir dünyada onlara yönelerek büyür ve yetişirler. Anlaşılan bunun ortasını bulmak çok zor.
Ortasını bulamayan ailelerin çocukları da internet ve çeşitli sosyal sitelerde buluyor soluğu. İnternet gerekli bir teknoloji tabiki. Fakat çocuklar ve gençler bu gerekliliği artık zorunlu ve olmazsa olmaz olarak kullanıp abartabiliyorlar. Telefonlardan giriliyor ve gittikleri her adımda internet ve sosyal siteler yer alıyor. İşte tüm bu anlattıklarımın sebebinin altında sevgi eksikliği ve içine düştüğümüz boşluk yer alıyor. Her şeyini gizlesende saklasanda, olgun bir insan olsanda internette kesinlikle yeni insanlarla tanışabiliyorsun. İçindeki boşluğu da bu tarz ilişkilerle dolduruyorsun.
Aile sevgisi bir çocuğun doğuşundan başlar ve devam eder. Fakat günümüz aileleri o çocuğu büyütür ergenliğe geldiğinde “koca adam oldun artık kendi ayakların üstünde dur” sloganıyla kendi haline bırakır. Halbuki o çocuğun en çok ilgiye sevgiye ihtiyacı olduğu andır. Koca adam olsa da, isterse 50 yaşında olsa da bir insanın gidebileceği yerdir aile. Aileler ayrı olsa bile. İşte bu yüzden kimi gencimiz vahşetin içine atıyor kendini; Çeşitli filmler, gruplar, siyasi olayların içine atıyor, kimisi de yanlış insanlarla tanışıp onların içine düşerek harcıyor kendini. İlgisiz ailelerin çocuklarına sevgi veren teknoloji bence internet. Günümüzün acı veren olayı bu.
Geçenlerden bir komşumuzun söylediği cümle içimi o kadar acıttı ki, “Kızım bilgisayar başından ayrılmıyor. Aman aman dışarı çıkıp onunla bununla gezeceğine bilgisayar başında otursun daha tehlikesiz” dedi ve içim yandı resmen. Üstelik bir kız çocuğuydu. İtina ile yetiştirilmesi gerekirken… Asıl tehlikenin farkında değildi komşumuz, ama bize laf düşmezdi. Bize mi soracaktı çocuk yetiştirirken. Her insan aile, her insan baba, her insan da anne olamaz derlerdi büyüklerimiz. Gerçekten öyle. Ailelik yakışında olsun lütfen. Bir yuva kurarken kendinizi değil ilerde olacak çocuklarınızı nasıl yetiştirirsiniz bunu düşünerek yuva kurun. Çocuk kolay iş fakat onu büyütmek o kadar zor ki… Sevgi vermek bu kadar zor, size göre tabi.
İnterneti gerekli olduğunda ve yararlı işler için kullanalım gençler. Geleceğimiz bizim elimizde!

Not: * Hikaye, Serenad - Zülfü Livaneli kitabından alıntıdır.

4 Eylül 2011 Pazar

Beceriksizdik


Ayrılıkta, aşkta, sevgide kutsaldır dedik ama kutsallığa yakışır bitiremedik. Beceriksizdik sevme konusunda, ayrılık ise tam bir muamma! Neden? Çok mu zor sevebilmek şu yüreğimi? Bu kadar acı çektirmek hak mı bana? Bir de biz evleneceğiz de, yuva kuracağız... Çok zor! Aşkta da, sevgide de beceriksiziz kabullen bunu. Sevdiğimiz halde "bitsin" diyorsak...

Aşkı da yok ettik.. Aşkı da oyuncak ettik elimizde. Yüreğimizle alay ettik, hor gördük, küçümsedik. Halbuki mutlu olmak elimizdeydi mutlu bir hayat kurabilirdik. Yaşanan her bir güzel anıyı yok saydık, yaşanmamış bildik... Peki biz neyiz? Kimiz biz? Aşkı ağlatacak kadar değerli madenler miyiz? Aşka yazık edecek kadar değerlimiyiz? Yüce miyiz? Aşk bizde olmaya yakışmadı, "haketmediniz beni" dedi isyan bayrağını çekerek. Bağırdı, çaüırdı... Haklıydı. Kirlettik çünkü. Aşkın diplomasını alamadık. Okuduk ama yarıda bıraktık okulu! Bitiremeden pes ettik, kuyruğuna gelmişken. Uçtu gitti şimdi ellerimizden!

Yeniden uğrar mı sokaklarımıza aşk sence? Yeniden sevebilir miyiz birbirimizi? İstiklal'de elele, göğsümüzü gere gere dolaşır mıyız? Ya da... Neyse !

Konuşmak yersiz artık, aşk "susun, kesin sesinizi" diyerek ağlıyor. Bu kadar çok severken aşkı neden incittik sence? Neden ayrıldık? Bu ne biçim son böyle... Bitti hikayemiz... 

3 Eylül 2011 Cumartesi

Uyuyamama Hastalığı ( insomnia ) ve Çözümleri


Ramazan nedeniyle bir çok genç nesil sahura kadar uyumamıştır buna eminim. Çünkü bende bu insanların içindeyim. Yalnız değilsiniz yani. Zaten yaz ayları havadan mıdır bilemem ama sabahlara kadar uykusuz gelmez. Televizyon izler, benim gibi kitap okur veya yazı yazar ya da başka uğraşlar.. Fakat kimse uyku düzeninin bozulduğunu idrak edemez. Bunun cezasını ramazandan sonra çekeriz işte. Şu sıralar 3 gündür gözümü kırpmamış biri olarak karşınızdayım. İlginç ama uykum bir türlü gelmiyor ve sabaha kadar ya kitap okuyorum ya da yazı yazıyorum. Aşık olduğum iki şey yani. Bu yüzdendir ki uyuyamama hastalığını ve neden uyuyamadığımızın nedenlerini ve tedavisini araştırdım. İnsomnia (uyuyamama hastalığı) olan bu uykusuzluk; stres, ruhsal bozukluklar, çevresel rahatsızlıklar, çeşitli rahatsızlıklar nedeniyle kullanılan ilaçlar vs. gibi etkenler sebebiyle oluşmaktadır. Bunun baş faktörü aslında strestir. Hepimizin elinde olmadığı gibi bazı şeyleri kafaya taktığımızda kendimize zarar veriyor olmanın farkındalığını yaşasak da stresin içinden çıkamıyor haldeyiz. Bunun yanında; astım, kronik vücut ağrıları, kalp çarpıntıları, kronik stres ve depresyon insomnia'yı etkilemektedir. Düzenli uyku saatinin varlığı ve uzun süreli uyumalar, ertesi güne dinlenmiş hale gelerek uyanacağımız anlamına gelmez. Yetişkin bir bireyin her gece 7 - 8 saat uyuması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ancak bireyden bireye farklılık gösteren dinlenme süreci kişinin uyku uyuma süresini değiştirir. Şimdi size bu hastalıkla ilgili biraz bilgi vermek istiyorum.
İki türlü insomnia çeşiti vardır. Akut insomnia ve Kronik insomnia.
Akut insomnia; insomnianın kısa süreli görülmesi demektir. Genelde stresli bir günün ardından ya da ruhsal geriliminin yüksek olduğu günlerde kendini gösterir. Genelde 1 ya da 2 gün süren bu düzensizlik, kendimizi daha iyi hissettiğimiz ana kadar devam eder. Benimki de böyle bir uyku düzensiliği olduğunu düşünüyordum. Stres, sıkıntı ve üzüntü bu tip hastalığa yol açar. Aynı zamanda 4 haftayı bulan Akut insomnia bulguları da vardır.
Kronik insomnia; 1 ay yada daha fazla süren uyku düzensizliğine denir. Akut insomnia'ya nazaran kronik insomnia doktor yardımı gerektirir. Bu tarz hastalığın ana sebebi büyük çapta bir depresyonun varlığıdır. Gündüz devamlı uyku halinin varlığı, bunu takiben bazı rahatsızlıklar, enerji azalması, isteksizlik ve konsantrasyon zorluğu gibi günlük hayatı zorlaştıran belirtilerinin varlığı bilinmektedir.
Akut insomnia genellikle herhangi bir tıbbi yardım gerektirmez. Kişi rusal gerginliğini yenebildiği anda bu hastalığı da yenmiş olur. Kronik insomniada, doktor tarafından ilk önce atılacak adım uykusuzluğa sebep olan nedenlerin araştırılmasıdır. Uykusuzluğun önüne geçmek için çeşitli meditasyonlar ve uyku saati değiştirme yolları önerilmelidir. Uyumadan önce yapılacak derin nefes egzersizleri, meditasyon ve hafif kas açma hareketleri, zihni rahatlatacak, kasları gevşetecek ve stresi atmanıza yardımcı olacaktır.
Bunun yanında doğal tedavilerle de rahat uyku çekebilir ve stresi azaltmanız için sakinleştiri bitkiler ile çay yapıp içebilirsiniz. Bitki çayları bu konuda başrol oynamaktadır. İşte size rahat bir uyku için önerebileceğim çay tarifleri
Rahat uyku için2 tatlı kaşığı gül yaprağı, 1 tatlı kaşığı nane, 1 tatlı kaşığı yasemin, yarım tatlı kaşığı tarçın, 1 tatlı kaşığı pelin karıştırılarak bir süzgeçle bardağın üzerine koyulur. Üzerinden 1 bardak kaynamış su dökülerek içilir.
Uykusuzluk için: 1 tatlı kaşığı mine çiçeği yaprağı, 1 tatlı kaşığı papatya, 1 tatlı kaşığı kuru nane karıştırılarak kaynar su eklenir. 8 dakika bekletildikten sonra süzülerek içilir.
Stres azaltıcı çay: Stresi azaltır, bel ve boyun bölgelerini gevşeterek uyku getirir. 1 tatlı kaşığı taze nane, 1 tatlı kaşığı papatya, 1 tatlı kaşığı aynisefa çiçeği karıştırılarak kaynar suda 10 dakika bekletilir. Bal, şeker, krema gibi şeylerle tatlandırılarak içilir.
Rahatlatıcı çay: Yatıştırıcı, huzursuzluğu gideren ve aynı zamanda uyku veren bir çaydır. 1 tatlı kaşığı papatya, 1 tatlı kaşığı lavanta, 1 tatlı kaşığı melisa, 1 tatlı kaşığı mercanköşk, 1 tatlı kaşığı mine çiçeği, 2 bardak su bir tencerede kaynama noktasına kadar bekletilir. Ateşten alınıp soğumaya bırakılır. Ilık ya da soğuk olarak gün içinde tüketilir. Buzdolabında saklanabilir.
Uyku çayı: 2 tatlı kaşığı şerbetçiotu, 1 tatlı kaşığı lavanta, 1 tatlı kaşığı biberiye,1 tatlı kaşığı kekik, 1 tatlı kaşığı pelin otu, 1 tatlı kaşığı adaçayı karıştırılarak bir demliğe koyulur ve bir bardak soğuk su eklenir. 3 dakika kaynatıldıktan sonra süzülerek içilir. Çok miktarda hazırlanarak saklanabilmektedir.
Sorularınız varsa yardımcı olabildiğimce olabilirim. Hepinize sağlıklı, düzenli uykulu ve stressiz günler diliyorum
Sevgilerimle

30 Ağustos 2011 Salı

Özür Dilemek ..



Dostluklar, atılan kazıklar, tutulmayan sözler, ağızdan çıkan ama pişman olunan kelimeler… Hepsi birer özür gerektiren davranışlar aslında. Fakat hiç kimse bu özür kelimesini kendi anlamında kullanarak karşı tarafa iletmez. Bu da bu kelimenin sık sık kullanimina sebep olur. Her hatada “özür dilerim”, her yanlışta “özür dilerim”, hata yapim olmazsa özür dilerim, nasılsa bu insan beni özür dilersem affeder vs. Hayır! Bu kadar kolay değil özür dilemek. Özür kelimesinin anlamı hata yapmak için kullanılmaz, istemeden oluşan hatalarda devreye girer. Haklıyken neden özür dileyesin ki, haksızlar elini kolunu sallaya sallaya gezerken?... Anlamı ne demek özür dilemenin bilen var mı?

Özür dilemek bir kereye mahsustur benim bildiğim. Eğer sık sık özür dileniyorsa yanlışlarını kendinde aramalı insan. Her insan aslında yanlışı da doğruyu da kendinde aramalı o farklı bir konu. Ama özür dilenecek kadar hata yapıyorsan dönüp aynaya bakmayıda bileceksin. Paşa paşa özür dileyeceksin dostum! Ama gel gör ki etrafımızda böyle insanları samanlıkta iğne arar gibi arar olduk. Erdemli bir davranış olan özürü erdemsiz halde getirdik. Ne acı! Ağıza kolay gelen cümleleri davranışlarımıza yansıtmak kadar acı bir şey yok. “ Bir daha olmaz dostum, affet” demektir özur dilemek ve onu bird aha gerçekten yapmamaktır asil olan. Fakat biz hata yapa yapa özür kelimesinin anlamınıda yitirir olduk…

Ben kolay kolay özür dilemeyen bir insanım. Haklıykende özür dilemek zorunda kaldığım zamanlar olmuştur çünkü. Neden haklıysam özür dileyeyim? Neden haksız taraf haksızlığını bir türlü kabullenemez?Onun hatasını da mı ben üstlenmek zorundayım?Hayır!İnsanlar erdemlerinin farkına varana kadar konuşmamalı.Bu kadar kendinden korkarak aynalara bakamayarak yaşamak zorunda olmamalı.Onun özür dilemesi onun gözümde değerinin yükselmesi demek.Neden dost isem o insanı onu düşüreyim?Hatalar yapılır, hatasız değiliz tabiki.Şans verilir bu şans özürle telafi edilir.Günümüzün acı gerçekleri maalesef.Hayatımdan örnek vermiş olursam,çok basitsebeplerle insanlar muhataplarını kesiyorlar artık. O yüzdenn kolayca özür dilemem.İsterse karşımdaki babam olsun,asla!Çok büyük hatalar yapanlar affedilirken,bir sözle istemeden kıran insanlar affedilmiyor.Sözün büyüklüğü tabikide önemli fakat kırılmakta,sevmekte,nefret etmekte bizim elimizde.İnsanlar kırılarak özür diletmekten zevk alır hale geldiler artık. Özür diledikçe egoları tavan yapan kişiliklere dönüştüler. Halbuki eskiden böyle miydi? Özür diledikçe karşımızdaki insanın gözünde değerimiz artardı. “ Bu çocuk adam olacak” derlerdi her özrümüzde… Şimdilerde ise insanlar egolarını tavan yaptıran bir alete dönüştürdüler özür dilemeyi. Yazık! Gerçek ve acı bir şekilde yazık.

Özür dilemek, bir şeref,
Özür dilemek, bir erdem,
Özür dilemek, yepyeni bir hayat gibi,
Özür dilemek, hatamıza yeni bir şans vermek,
Özür dilemek, adam olabilmek
Özür dilemek, karşımızdaki insanları sevmek,
Hayatı sevmek, çiçekleri, varlıkları, yaradılanı sevmek..
Özür dilemek, kişiliğini aynada görmek demektir!..

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Baba Olmak ...

Her yiğidin harcı değildir baba olmak. Her yürek, her beden taşıyamaz o vasfı. Tıpkı aşk gibi, yüreğin yoksa aşkı taşıyamazsın… Babalıkta bir çeşit aşk! Çocuklarına aşık olmak, onlar için yaşamak, hayatını onlara feda etmek! Beklide bir sürü şey vardır da aklıma gelemeyecek kadar çok derin bir varlık babalık. Çocukların bir yerlere gelsin diye hırpalanmak, gecesini gündüzüne katmadan çalışmak… Evet, baba hakkı ödenmez fakat eğer bir “ baba ” ise ödenmez. Kitabı yoktur babalığın, okuyup öğrenemezsin. Doğuştan da olmaz, böyle bir karakter yok. Peki nedir bu baba olmak? Nasıl bir şey ki, herkes yapamıyor, taşıyamıyor?

Sevgili Elif Şafak çok güzel anlamış baba olmayı. ‘‘ Babalık tek bir günde edinilen bir paye değil. İnsanın bebeği olur olmaz kazandığı bir unvan değil. Baba olmak, öğrenmesi belki de bir ömür boyu süren bir hayat dersi aslında. Yürümekle aşınmayan hem engeli hem dallı budaklı bir uzun yol…’’

Nasılda güzel anlatmış Elif Şafak baba olmayı. Okuyarak da anlaşılmaz babalık. İçinde olacak baba sevgisi. Çocuk aşkı gerek. Kimisi diyor ki, ‘ ben babamdan sevgi görmedim ki babalık yapayım’, bu nasıl bir cümledir hiç anlamam. Babalık duygusunu tatmamışsan işte o zaman daha iyi anlarsın bir baba nasıl olur. Ne yapar, nasıl davranır? Nice gençler babasız büyüyor, niceleri ‘babam varda ne oluyor’, diyor. Yazık değil mi? Bir çocuğun kendi kendini yetiştirmesi ne demek? Kimden yol görecek, kimden yardım isteyecek? Anlamıyorum… Bu kadar mı zor baba olmak, anlamıyorum. Babalar soruyor mu bize dünyaya gelirken? Peki o zaman neden babamız var ve biz hala yalnızız? İşte sorun yine en başa dönüyor; baba olmak herkesin taşıyabileceği güç değil. Varsın olmasın taşıyamıyorsa. Hele bazı insanlar var ki, ne babalığı hak ediyor ne de koca olmayı. Acınası halde insanlar, acınası halde ülkemiz. Bir şey diyemiyorum!

Şimdi bir hikaye anlatayım;

Babalık, annelikten daha geç başlıyor. Anne, daha henüz karnındayken hissediyor bebeği, sevmeye başlıyor… Hatta daha rahme bile düşmeden, bebeğin fikrini, idealini, soyut halini seviyor belki de. Günbegün büyüyor sevgisi. Cisimleşiyor, kristalleşiyor. Annelik de bir nevi öğrencilik, ama mayası ve kimyası itibariyle babalığınkinden çok farklı. Baba olmak bebek doğduktan sonra başlıyor, önce değil. Göz teması lazım muhakkak. Ama o da yeterli değil. Ne zamanki bebek dilleniyor, ayaklanıyor, bebeklikten çıkıp çocuk oluyor, baba daha iyi iletişim kurmaya başlıyor.
Geçiyor yıllar. Buluğ çağı geldiğinde baba ilk büyük sınavını veriyor. Oğlan çocuğunun babaya karşı açtığı ilk büyük savaş bu dönemde yaşanıyor. Daha önce su yüzüne çıkan küçük küçük sürtüşmeler ve babaya duyulan o büyük hayranlık bir kenara, şimdi oğlan çocuğu daha varoluşsal kopuş yaşıyor. Şöyle bir sallanıyor babanın kayığı ama ardından yeniden dengesini buluyor. Baba oğlunun belli şekilde yetişmesini istiyor. Kendi olmak istediği gibi adam yapmaya çalışıyor onu. Olamadığı adam… Hangi bölümde okuyacağını, kimlerle arkadaşlık etmesi gerektiğini, boş zamanlarda ne yapacağını sadece bilmek değil, belirlemek istiyor. Halbuki oğlan artık olmuş bir delikanlı ve bir isyan bayrağı asmış güvertesine. Gidiyor pupa yelken, açık denizlere. Kendi denizine.
Üniversite yıllarında araları biraz açılıyor ister istemez. Oğlan başka bir şehre gidiyor okumaya. Baba, o sene ilk defa hızla yaşlanıyor. Bilmezdi oğluna bu kadar düşkün olduğunu, onu evden uğurlayana kadar. Bir boşluk hissiyle uyanıyor sabahları. Geceleri yüreğinde bir sıkışma. Halbuki duygusal bir adam değildir. Ya da öyle zannederdi bunca senedir. “Hanım ne yapar, ne eder bu oğlan oralarda?” diye soruyor zaman zaman. Cevabını beklemediği bir soru aslında. Cevaplanması gerekmeyen sorulardan, sırf sorulmuş olması önemli.
Arada bazı derslerde yaşanan birkaç aksama sayılmazsa eğer,oğlan iyi bir ortalamayla bitiriyor üniversiteyi. Mezuniyet töreninde anne ve babası gururla gülümsüyor. Çok resim çekiyorlar o gün. Oğlan arkadaşlarını ailesiyle tanıştırıyor. Anne memnun, baba memnun. Yalnız o zamana kadar akla gelmeyen bir düşünce başlıyor babanın içini kemirmeye. Oğlunun hiç kız arkadaşı yok. Var da yok gibi. Halbuki bunca sene aman yanlış kıza aşık olur, yoldan çıkar diye endişe eden kendisiydi. Oğlunun hemen hemen hiçbir zaman karşı cinsle yakınlaşmasını istemeyen gene kendisiydi. Ama mademki okul bitti üniversite geride kaldı, şimdi birdenbire algıları değişti.Artık istiyor ki oğlunun yanında iyi bir kız arkadaş olsun, hani şöyle mazbut bir aileden mütevazi güvenilir bir kız.
Zaman hızla geçiyor. Oğlan iş hayatına atılmış. Tam bir işkolik. Deli gibi çalışıyor. Babanın kendini en aciz hissettiği dönem başlıyor. Öyle bir hayat kurdu ki oğlu kendisine, değil müdahale etmek, kuralları anlayamıyor, köşelerini kavrayamıyor. İlk defa kendi kendisine sormaya başlıyor. Nasıl bir insan acaba oğlu? Nasıl biri? Ve baba, ancak o zaman anlıyor ki, aslında kendi oğlunu ne kadar az tanıyor. Neler okuyor, neler izliyor, bilgisayar karşısında kimlerle yazışıyor… Hiçbir şey bilmiyor ki. Oğlu tam bir muamma. Üniversitenin ilk yıllarında oturup konuşurlardı. Okudukları kitapları paylaşırlardı, farklı farklı görüşlerden filozofları sevmekle beraber, gene de bir ortak zemin vardı ama şimdi o da kalmadı sanki. Baba ilk defa oğlunu yakından tanıma gereği duyuyor.
Daha çok telefon açıyor. Sabah akşam olmadık saatlerde cepten yakalıyor. Oğlan babasının bu ani ilgisi karşısında evvela biraz bocalıyor. “Bugün ne yaptın?2 diye soruyor babası. Halbuki oğlan gelmiş 32 yaşına. Çocuk değil ki hesap versin. Hem neyi ne kadar anlatabilir ki? Tuhaftır, başka ailelerde anneler baskı kurar “Oğlum hadi evlen, torun ver bize” diye. Burada anne bu tür talepleri tekrarlıyor ama esas babaya bir haller oldu. Bilmek istiyor. Oğlunun hayatında olmak istiyor. Bir an evvel evlenmesi bile sanki o kadar önemli değil.
Oğlan bunu babasının ölüm korkusuna bağlıyor. Zaman zaman gittiği terapistine anlatıyor. “Babam çok değişti, sabah akşam yokluyor beni. Aramadığımda sitem ediyor hep. Çocuk gibi oldu”.
Terapist soruyor. “Belki seni daha iyi tanımak istiyordur?”
Acıyla gülümsüyor o zaman genç adam. “Tanımak istemek demek yüreğini önyargısızca o insana açmak demek. Yoksa bunun adı görmek istediğini görmektir. Babamın beni hakikaten tanımak istediğini hiç sanmam”.
Kapanmayan bir gedik var baba oğul arasında. Ne zaman böyle oldu, açıldı bu mesafe? Ve neden şimdi bir köprü kuramıyorlar bu boşluğun üstüne?
36 yaşında genç adam. Babasının karşısına çıkmaya cesaret ediyor hayatında ilk defa. Ona açacak kendini. Saklamayacak. “Baba” diyor, “sana bir şey söylemem lazım. Seni üzmekten, vereceğin tepkiden çekindiğim için bunca zaman kendime sakladım. Ama artık böyle saklanarak yaşamak istemiyorum. Beni olduğum gibi görmeni istiyorum. Beni bu şekilde sevebilecek misin baba, merak ediyorum. Çünkü ben seni olduğun gibi seviyorum”.
Yaşlı adam bakıyor oğluna. Yüzünde endişeli bir bekleyiş. Duymak istediğinden emin değil ama susturmaya, durdurmaya gücü yok.
“Baba ben eşcinselim…”

Babalık tek bir günde elde edilen bir paye değil diyor Elif Şafak. Gerçekten de öyle. Öğrenilmesi bebeğinin doğuşuyla başlar ve onunla birlikte katedeceği yollardan geçer baba. Çocuğunu kendisi gibi yapmak ister. Adam olsun, okusun der emek verir ama demek ki yeterli emek vermezmiş bunu anladım ben bu hikayeden. Çocuğuna sıkı sıkıya sarılıp ilgilenseydi o çocuk belki böyle olmazdı. Sonradan aklı başına geliyor babaların… Çocuklar nasılsa büyüdü artık diye ilgilenmeye başlıyorlar ama asıl ihtiyaçları oldukları anda yanlarında yoklar. Hazır büyümüş çocuğa babalık yapmak o kadar kolay ki, önemli olan o çocukla birlikte büyümek.. Baba olmak budur işte. Baba olmak çocuğu eşcinsel diye evlatlıktan reddetmek değil..

Yine Sevgili Elif Şafak’ın sözleriyle bitirmek istiyorum yazımı.. “Baba var, sadece ismi baba. Bir gölgeden ibaret. Baba var otoriteyi ve saygıyı görmeyi her şeyden fazla seviyor. Güce tapıyor. Baba var; oğluyla beraber yürüyor hayatın patikalarında; değişmeyi, dönüşmeyi biliyor, su gibi akışkan, yüreği arz kadar geniş.
Baba var, hiç sevmemiş aslında. Baba var, yüreği uçsuz bucaksız bir derya…”


Sevgilerimle
Rojda

26 Ağustos 2011 Cuma

Babalar ve kızları


Bir baba gördüm geçenlerde bir bankta otururken. Bir yanında kızı, bir yanında oğlu vardı. Yanımdan geçerlerken konuşmalarına da hafifçe tanık oldum ve moralsiz halimle ilgimi çeken “baba – kız” ilişkisine hayran oldum. Oğlu yanındaydı elbette ama kızına başka türlü sarılan bir babaydı. Uzun bir süre o hayran olduğum ikiliyi izledim ve birazda olsa gözlerimden yaşlar akmadı değil… Oğlan kendini çıkartır, kıza önem vermek lazım dercesine bağlı duruyordu kızına. Öylesine güzel bir ilişkiydi ki, aşık oldum o baba kıza… Nice babalar daha görüyorum böyle çevrede. Kızıyla tavla oynayan mı dersiniz, kızıyla oturup bir kahve içerken ki muhabbetindeki doyumu mu izlersiniz, nelere şahit oluyorum. Tek hayran olduğum şey baba kız ilişkisi şu dünyada.

İlk aşk ve son aşktır bir baba kız için. Erkeğe de lazım elbette baba ama erkeğin bir kat ihtiyacı olursa kızın beş kat ihtiyacı vardır babaya. Bir kız bebeklikten gözlerini ilk açtığında gördüğü ilk erkeğe aşık olur. Onu baba diye sarmalar, kokusunu çeker. Evleneceği eşinin babası gibi olmasını ister (Tabi bu örnek babalar için geçerli). Eğer babasının sevgisi varsa başka erkek görmez gözü. Hele ki arkadaş gibi bir babaysa… Tadından yenmez bir ilişki.

Küçücükken alır onu kucağına baba. Hele kızlar, daha özeldir babaların gözünde. Hangi arkadaşıma sorsam; “babam benim tek varlığım der”, ama herkes için bu geçerli olmaz tabiki de. Sevgisini göstermeyen babalar o kadar çok ki, ama ne kadarda göstermese o kadar içten içe sever babalar kızlarını. Kızı her ne kadar bunu anlamasa da.

Benim babamda yıllardır sevgisini benden sakladı ama hep bildim ki, içten içe seviyordu beni babam. Benim için kaç kere gözyaşı döktüğünde anladım. Ben yükseldikçe kariyerimde gurur duyuyordu. Notlarım ne kadar iyi olursa o kadar keyifleniyordu. Ne söylesem umursuyordu, yer geldiğinde “baba böyle yap” dediğimde dinliyordu. Yapmasa da dinliyordu. Sevgisini saklamasının elbette zararları oldu. Bende isterdim saçlarımı okşamasını, yanağımdan öpmesini uyurken. En çok ihtiyacım olduğu an yanımda olmasını elbette istedim ama olmadı. Olmadı diye ben kötü bir kız da olmadım. Hiçbir zaman yüzünü kızartacak bir şey yapmadım. Duysa gurur duyardı belki. Ufak tefek elbet hatalarım oldu ama o kadar büyük hatalar değildi. Sözünden çıkmadım mesela hiç babamın, çoğu zaman uzakta olmasına rağmen… Babasız kızlar yarım bir insan olurlar ya, ben hiçbir zaman kendimi yarım göstermedim. Tamdım, ayaktaydım ve babamı yanımda hissettim. Özledim çoğu zaman, ağladım belki de… Ama babam benim babamdı ve güçlüydü. Tıpkı benim gibi.

Evet baba. Ben hep seni sevdim. "Babam bir tane" dedim ve gerçekten öyleydi hala da öyle. Hep ayrıydın, hep bir köşemdeydin sen. Ayrı ve özeldin. Her ne kadar konuşamasak da, dertleşemesek de içimdeydin.

Babalara sesleniyorum. Eğer bir kız babasından ilgi görmüyorsa dışarıdaki erkeklerde arar o ilgiyi. Kızlarınızı sevin. Bilin ki sizin sevginizi hisseder ve görürse kendine o kadar güveni gelir. Ne kadar iltifat ederseniz o kadar güzelleşirler. Ne kadar yanında olursanız o kadar boşluğa düşüp başkalarında aramazlar sevgiyi. Kızlarınızı sevin! Öpün her gece uyurken .. Kaç yaşında olurlarsa olsunlar, onlar sizin özeliniz ve sizin kızlarınız.

Tüm babalık eden babaların ellerinden öperim. 

Aşkta neden kaçan kovalanır?


Sevdiğimiz insanı severken, değerli gördüğümüz, incitemediğimiz, gözümüzden sakındığımız sevgilimizi; ayrılınca neden hor görür, değersizleştiririz? Ya da ayrıldıktan sonra hala onu neden kıskanırız? Hele ki hayatımızda başka biri varsa…

Aşkta da edebiyle ayrılmak gerekir, çünkü aşk birlikteliğiyle de, ayrılışıyla da kutsaldır… Asildir… Saf ve temizdir. Aşkı önemsiz görmek, yüreğini önemsiz görmektir. Aşkı önemsiz görmek, bir yüreğinin bile olmaması; mucize eseri yaşadığının kanıtı demektir. Hani der ya bazı insanlar “ciddi düşünmüyorum bu kızla”, muhabbetiyle… Aslında sen aşkın yüceliğini görmüyorsun, aşkı da düşüncen gibi basit ve sıradan görüyorsun. Bir nevi aşkı da kirletiyor ve laflarınla değersizleştiriyorsun. Ama bitirdiğinde de ilişkini o ciddi düşünmediğin insandan vazgeçemiyorsun. O kaçtıkça sen kovalıyorsun. Neden? Nesin sen? Kimsin ki aşkı bu kadar alçaltabiliyorsun. Sen aşkın her halini yaşadın mı? Sen aşkı yaşayacak yüreğe sahip oldun mu? Olma bence… Aşkın yanından bile geçme. Aşk bile utanır senin geçtiğin sokaklardan geçerken. “Benim adımı ağzına bile anma” der yüzüne baktıkça utanır. Aşka, bu denli hakaret edemezsin, böyle davranarak aşkı küçültemezsin. Sen küçülür, ömür boyu “aşksız” kalırsın!

Aşk kutsal bir varlık. Aşk bir son bulma çeşidi, aşk benliğinden öte... Kaçtıkça yakalandığımız ve içine düşünce çıkmazımdır aşk! Var ya da yok, ama bir hayalettir aşk. Kutsal bir hayalet. Yaşamadan bilemezsin… “Aşk diye bir şey yok” der inanmazsın. Halbuki, bir uğradığı zaman yüreğinde; bir kez yerleştirirse kendini oraya, çıksa da izi kalır!

Neden hala karmaşıklığın içindeyiz peki? Neden hala onu kovalıyoruz? Ya da yakaladık diyelim; neden eskisi gibi olamıyor, adını koyamıyoruz… Biten bir ilişkiden, sönen bir aşktan hala umutluyuz. O ciddi düşünmediğimiz aşktan, umutluyuz. Peki eski duyguların kaldı mı ona karşı? Hayır! Aşkta neden kaçan kovalanır? Egodan, elde edilmeyen, yasak olan şeylerin cazipliğinden… Yoksa başka ne kaldı ki? Duyguların bitti, yok ettin… Parçaladın ellerinle kalbini de aşkını da. Yoksa kimse onun gibi sevemedi mi? Kaçtıkça senin kovalaman bu yüzden miydi? Ya da kimse onun yerini mi tutamadı? Yazık… Aşka yazık oldu sana değil dostum. Sen zaten acınası haldesin… Baksana aşkı ne hale getirdin. Kırdın, parçaladın, başkalarıyla aldattın aşkı. Oysaki kaçan, seni gerçekten sevdiği için kaçtı. Seni gördükçe, aşka olan ihanetine tanık oldukça kahrolmaması için gitti. Bir gün dönersen eğer, yeniden başlayabilmesi için kendini feda etti de gitti. Şimdi bir düşün, kalan mıdır terk eden yoksa giden mi? Yoksa kaçan mıdır aşkı sana yakıştıran ya da kovalayan mı? Sen karar ver! 

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Canım Karadeniz'in güzellikleri

Karadenize küçüklüğümden beri sempatim vardı. Sadece karadeniz değil insanı da bir başkadır. Bir tarafımın Karadenizli olması da bu durumu daha çok etkilemedi desem yalan olur. Çocukluğumun çoğu Trabzon'da geçti ve bu sayede geleneklerini öğrenmemek büyük cahillik olurdu sanırım. Her bir geleneği insanı şaşırtan ve doğasıyla, havasıyla insanın aklını başından alan Trabzondan bahsetmek ve sizlerle paylaşmak istiyorum..


Değişik tat ve lezzeti olan Karadeniz yemeklerinin başında " Hamsi" yer alıyor.Geleneksel yöre mutfağı hamsiden yapılan yemeklerin çoğunlukta olduğu bir mutfaktır. Karadeniz'de hamsinin kültürel bir önemi vardır. Ayrıca dünyada ilk kez adına türkü yazılan balık türüdür


Bambaşka bir özelliğe sahip olan " Vakfıkebir Ekmeği" ise Trabzon ilinin Vakfıkebir ilçesine ait bir ekmektir. Her sene Vakfıkebir Ekmeği festivalleri yapılır ayrıca. Değişmeyen ve bayatlamayan, her daim taze kalan ve büyüklüğü bakımından farklı olan vakfıkebir ekmeği, dışardan karadenizi ziyarete gelen ziyaretçiler tarafından yoğun ilgi görmektedir.


Akçaabat ilçesinin deişik bir lezzet türü var sırada; akçaabat köftesi. Hazırlanışı itibariyle farklı bir lezzet sunan Akçaabat köftesinin mahalli yemekler arasında özel bir yeri vardır.


Yine farklı bir tadı ve lezzeti olan Trabzon'a özgü olan Trabzon Pidesi, herkes tarafından ilgi çekmektedir. Kıymalı ve peynirlisi yapılan ünlü Trabzon Pidesi özellikle kış aylarında hafta sonu kahvaltılarının değişmeyen yiyeceği arasındadır.


Saymakla bitmeyen Karadeniz'in gelenekleri, günümüzde diğer yöreler tarafından da ilgi çekmektedir. Kadınların doğumunda ilginç ve farklı gelenekleriyle ortaya çıkan Karadenizde , hamile kadına ağır yük taşıttırılmaz, doğum yapan geline hediyeler alınır, komşuları yemek getirir, çocuğun kundağına para konur, altın takılır, iki lohusa kadın basmasın diye kırkı çıkana kadar birbirini ziyaret etmez. Mevlit okutulur, dualar edilir çocuğun da annenin de sağlık ve sıhhati temennisinde bulunulur. Biraz da erkek çocuğu oldu mu sevinç daha fazla olurdu...


Sünnetleri ise tıpkı düğünler gibi şen, şakrak ve eğlencenin tavana vurduğu zamanlar gibi olur. Çalgılı sünnet törenleri olabildiği gibi mevlitli sünnet törenleri de yapılmaktadır. Sünnet öncesi çocuklar gezdirilerek gönülleri hoş edilir, sünnet sonrası aile yakınları konu komşu çocuklara para, altın veya çeşitli hediyeler verilir.


Gelelim düğünlerine.. En çok farklılıklarını düğünlerde gösteren Karadenizliler, yine farklarını ortaya koymuşlardır. Çoğu zaman gençler birbirini ya düğünde, ya yaylada, ya bir şenlikte ya da çarşı pazarda görür ve "gönlüne düşürür". Aile büyükleri devreye giren yengeler görücü olur. Kız da, oğlan da beğenilme aşamasında birbirini tanımaya çalışır. Ama en son söz aile büyüklerinindir. Kararı aile meclisi toplanır verir. Ama ailenin "rıza"sı kimi zaman tam değildir. Karar olumsuzdur. Birbirlerini seviyorsa gençler, ortaya bölgemizde halen geçerli olan "kız kaçırma" olayı çıkar. Evlenecek olan gençler birbirlerini ne kadar sevse de son sözü aile büyükleri söyler. Kız istemek için ailenin büyükleri, annesi, babası, ağabeyi, ablası, akrabalarından amcası, dayısı veya bir başka büyüğü kızın evine gider. Ön konuşmalar ve genel sohbetlerden sonra laf bir şekilde esas konuya getirilir ve kızın ailesinden "Allah'ın emri peygamberin kavli ile kızınızı oğlumuza istiyoruz" denir. Kız tarafı da hemen tamam demez. "Nasipse, kısmetse, bakalım bir düşünüp karar verelim" deyip, işi ağırdan alarak kendini "naza çeker". Erkek tarafı "he, tamam, olur" cevabını alabilmek için kız tarafının kapısını biraz aşındırmak zorunda kalır. Kız tarafı sonunda razı olunca "söz kesilir." Bir küçük bahşiş sonunda kızın nüfus kağıdı ailenin o andaki en büyüğüne işlemeli mendile veya özenle hazırlanmış bir zarfın içene koyularak verilir. Hayırlısı olsun temennisiyle kız tarafının ikramlar yendikten sonra evden ayrılınır. Söz kesme olayından sonra sıra "nişan"a gelmiştir. Nişanda kız ve erkek tarafı karşılıklı olarak birbirlerine gelin ve damat adayına hediyeler alır. Bu arada düğün tarihi için karar verilir. Yeni evlilere alınacak eşyanın kim tarafından ne alınacağına karar verilir. Düğün zamanı gelince "ağırlık görme" ye gidilir.
Cuma günü, kızın çeyizi oğlan evine götürülerek yerleştirilir. Komşular düğüne davet edilir. Cumartesi gününün gecesi kız evinde yapılan ve sabaha yakın sona eren şenliğe ise "kına gecesi" denir. Eskiden kına gecesi Çarşamba günü akşamı yapılır, Perşembe günü, düğün olur. Cuma günü de "Cumalık" yapılırdı. Kına gecesi, kadınlar ve genç kızlar gelin evine toplanmaya başlarlar. Bu gecede, kadınlar ve genç kızlar gelin evine toplanmaya başlarlar. Çeşitli çalgılar çalınmak ve oyunlar oynanmak suretiyle eğlenilir ve kız ağlatılır. Gelini ağlatmak için kızlar maniler, türküler ve ilahiler söylerler.
Düğün günü (Perşembe veya Pazar) erkek tarafı kalabalık bir grup halinde öğleye doğru, tabanca - tüfek ata ata, yaya ve atlı olarak gelin evine gidilir. Hemen kızı alıp dönmek isterler. Ancak kız tarafı misafirlere yemek ikram ederler. Yemekten sonra, kızın bir erkek kardeşi, o da yoksa dayısı, erkek tarafından bahşiş alır ve kızı ata bindirilir. Yine silah atıla atıla erkek evine doğru yollanılır. Eve varıldığı zaman kız attan indirilerek evin içine alınır. Daha sonra erkekler ve kadınlar ayrı ayrı yerlerde düğüne devam ettirirler. Düğün şenliklerinde horon tepmek vazgeçilmez bir adettir. Akşam olunca gelin ve güvey yan yana durdurularak her ikisine de şerbet ikram edilir. Daha sonra köyün hocası getirilerek dini nikahları kıyılır. Gelin evinden en son kızın çok yakını olan iki kadın ayrılınca düğün bitmiş olur.
Ertesi gün ise Cumalık yapılır. Kadınlar çeşitli oyunlar oynarlar ve geline hediyeler verirler. Düğünden bir hafta sonra ise, erkek tarafı kız evine "yedi" ye gider. Damat büyüklerin elini öper, sini ve sofraya davet edilir. Sofrada önüne, üstü kapalı üç tabak koyulur, birinde yumurta, birinde sütlaç ve birinde de su vardır. Damattan yumurtayı bulması beklenir. Geç saate kadar kızın babasının evinde kalınıp, güzelce ağırlandıktan sonra geriye dönülür. Günümüzde bu adetlerin büyük bir kısmı "salon düğünleri" nedeniyle yaşatılmaz olmakla birlikte, köylerimizde geleneksel düğün törenlerine rastlamaktayız.

Hayatın en gerçek ve acı olan anı olan ölümler Karadenizde yine farklı yaşanır. Bunlara bende orada yaşamış biri olarak şahit olmaktayım. Ölümler belediyelerce anonsla duyurulur ve cenaze namazları tarihleri verilir. Düğünler kadar da ölümler de hayatın bir parçasıdır. Sevinçte bir olan halkımız hüzünde de beraberdir. Mahalle veya köy camiinde selalar okunur. Kent merkezinde belediye hoparlöründen ilan yapılır. Ölen kişinin ailesinin kimliği tanıtılır. Ölü evine akşamdan taziyeye gidilir. Evde sabaha kadar ölünün yakınları ile birlikte oturulur. Sabahleyin defin hazırlıkları başlar. Bu arada civar komşular ölü evine yiyecek getirir. Üzüntülü olan aile bireylerine katkıda bulunulur. Cenaze eş, dost ve komşular tarafından kaldırıldıktan sonra evde Kur'an-ı Kerim okutulur. Başsağlığı dilekleri kabul edilir. Kırk mevlidi, ölünün kırkıncı gününde yapılır. Mezarlar bakımlı ve düzgün tutulmaya çalışılır. Bilhassa dini bayramlarda olmak üzere mezarlar sık sık ziyaret edilerek dualar, Kur'an-ı Kerim okunur.

Ve Karadenizin vazgeçilmezi olan oyun havaları. Her yörenin ki farklı olmasına karşın, bir arada tutup dünyaca ünlü olan horunuyla bir numaradır.

En baş oyunlarından olan Horon; Hareketli,kıvrak,canlı bir oyun olan horonda insan vücudunun tüm organları hareket eder. Kemençe eşliğinde oynanır ve denizin dalgasını,yağmurun yağışını,doğa ile mücadeleyi sembolize eder. Her ilçeye ait farklı horon çeşitleriyle bir bütün olarak oynanır.

Canım Karadeniz Neleri İle Ünlü ?Sümela Manastırı, Atatürk Köşkü, Uzungöl, Zağanos Köprüsü, Hamsiköy Sütlacı, Kadırga Yaylası, Trabzon Bileziği, Akçaabat Köftesi, Boztepe, Beton Helva ve Vakfıkebir Odun Ekmeği, Ayasofya Müzesi, Horon, Kisarna ( Bengisu ) Madensuyu, Sultan Murat Yaylası, Kızlar Manastırı.
Gitmeyenlerin ve Karadenizi görmeyenlerin merak ettiği ne varsa hepsini paylaştım dostlar. Gitmeyenlerin en acilen gitmeleri tavsiye edilir :)

Sevgilerimle.

21 Ağustos 2011 Pazar

Yazmak ..

Yazmak..
Anlatılması zor güzel bir duygu .. İnsanı depresyonadan söküp alan ve kendini süper ihssettiren güven veren duygu. Milliyet Blog'a yazar olduğumdan bu yana o kadar çok yazıyor ve kendimi geliştiriyorum ki, yazdıklarımın bebeğilmesi benim değil sizilerin gurur oluyor aslında. Yazmak cesarettir. Kendinizle olan yüzleşmedir.. Kendiyle yüzleşemeyen insanlar yazamazlar .. Yazın ! Ne olursa olsun yazın .. Birilerinin okuması lazım değil, kendinize yazın . İnanın o sıkıntınız depresyonunuz üzerinizden yok olacaktır ani bir şekilde .. Cesaretinizi toplayın ve güvenin kaleminize..
Banada yazabilirsiniz, her türlü yardımcı olur dertleşebiliriz

rojda002@yahoo.com.tr mail adresim

Başlığınıza bloggerden  yazarsanız parantez içinde mailinizi okuyabilirim ..

Sevgilerimle
Rojda

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Dün gibi aklımda 12 sene öncesi

17 Ağustos 1999... Daha 9 yaşındaydım ve küçücük yüreğimle yaşanan her şeye tanık olmuştum. Annemin " çocuklarım " feryadına korkuyla uyanmıştık. 45 saniye olan deprem 45 dakika gibi bir türlü dinmemişti. Dinmediği gibi gökyüzü kıpkırmızı ve ışıklar içerisindeydi yıldızların yansımasıyla. Tam bir felaket haberiydi o gün. Kıyametin en büyük habercisiydi belki de. O depremde nasıl korktuysak kimbilir kıyamet nasıl olacaktı.. Merkez üzeri Tuzla olduğunu öğrenebildik sadece çektiği kadarıyla radyonun. Telefonlar tam bir muammaydı zaten. Biz iyiydik ama ya diğer insanlar?... Birilerinin canının kesinlikle yandığını biliyordum. O yaşta çocuk halimle şaşkın olsamda her şeyi görebiliyordum titreyen ellerimle. " Adapazarı yerle bir " radyonun anonsunu duyunca hepimizin başından aşağıya kaynar su dökülmüşcesine donup kaldığımız anı hatırlıyorum. Anında Adapazarı'na gitmiştik 2 saatte. Yollar perişan çatlamış ve geri döndürüyorlardı. Adapazarı'na vardığımızda bizim gerçekten daha iyi durumda olduğumuzu daha iyi anlamıştım. Bir tek bina ayakta kalmamıştı ve dayım ile teyzemi enkaz altından kurtarmıştık. O yüreğimle olanlara şahit oldum ve hayatın aslında o kadar ucuz olmadığını anladım... İstanbul'da Avcılar ilçesinin çok sayıdaki yıkımları oldu. 2 sene boyunca o yıkık binayı tamamen yıkıp tekrar yapmadılar maalesef. Biz her o caddeden geçtiğimizde o acıyı yaşamak zorunda kalmıştık. Kötü günler geçirdik evet , bu günlerin ardından 12 sene geçti.
12 sene geçmesine rağmen hala depreme hazırlıklı mıyız diye sorsalar, cevabımız kesinlikle hayır.. Ekranların o kadar söylemesine rağmen, Profesörlerin uyarılarına rağmen Türkiye'de hiçbirimiz depreme hazırlıklı değiliz. Bu dünyayı tozpembe gören insanlarınız ne yazık ki. Arada sırada bile ufak bir sarsıntı olsa annemin yüreği hala ağzına gelir. Bizim ise korkularımız ... İnşaat sektörü gelişmiş olarak görünse de Türkiye'de , hala bir şeyin çalındığını, ufak bir depremde çatırdamaların olduğu ve bir çok binanın deprem olmadığı halde kendiliğinden yıkıldığını görmekteyiz. Elbette yeni binalara geçiş yaptık, yeni evler aldık ama parası olanlar bu durumu değerlendirdi. Hala gecekondularda oturan insanlarımız, ailelerimiz var. Bu insanlar ne durumdalar? Hazırlıklılar mı depreme ? Tabi ki hayır. Bir kısım bölgelerimiz her ne kadar gelişmiş görünüyorsa bile yeni yapılan binaların ne kadarı depreme dayanıklı? Bunu kontrol ediyorlar mı? Meçhul..
Deprem sigortası zorunlu hale getirildi. Peki ama bu kadar önemli mi deprem sigortası? Enkaz altında öldükten sonra ne işe yarayacak o deprem sigortası? ... Türkiye'nin içler acısı durumu ortada.Ne yazık ki ülke olarak deprem konusunda bir yol katedemedik. Bence ülkenin en baştaki sorunlarından biri olarak ele alınmalı ve bunun için belediyelerce çürük binaların tespitleri yapılıp onarımlar için çalışmalara başlanmalı. Her birimiz sorun kendi kendine. Deprem olsa şuan hazırlıklı mıyız? Deprem anında ne yapmalı? Nasıl kendini dışarıya atmalı?
Geçen günlerdeki 5 noktalık bir sarsıntıda İstanbul sallandığında karşı komşumuzun asansör kullandığını gördüm. Acaba bu doğru bir durum mu? Bence deprem hakkında insanlar bilinçlendirilmeli öncelikle. Binaların sağlamlığı ise aşikar bir durum. Deprem öldürmez bina öldürür. Deprem, dünyada olağan bir şey çünkü. Dünyanın değişmeyen dengelerinden olan bir doğal afet. Ama biz tedbirimizi almazsak nice 17 ağustoslar daha yaşarız.

19 Ağustos 2011 Cuma

Öğrendim ki .. ( 19.08.2011 tarihli yazım )

Son günlerin hüzünlü hali .. Hüzünleri sevmezdim ben. Ama bazen bünyede gerekli demek ki.. İnsanın başını taşlara vurduğu ve kendine getirdiği zamanlar olur ve hüzün girer araya seni toparlaması için. Bilemiyorum belirsiz bir hayat ve monotonluk başladı öyle gidiyor yaşamımda. Gitsin !.. Değişmiyor madem hayat da , insanlarda ; böyle gitsin. Hayatta zaten ne farklı ki ? Her şey düz bir çizgide ilerliyor.. Sağa sola sapmadan yaş geçiyor , gençlik gidiyor ..
Biliyor musunuz? Artık ne hayatta, ne dünyada, ne arkadaşlıkta ne de mesleki kariyerde gözüm var. İnsan başlı başına benliği her şeye yetiyormuş.. Son günlerde bunu anladım. Kimsenin sana faydası yok ki .. Ya da kimse olmasa bile sen hayata devam edebiliyorsun. Bilgisayar, telefon kullanmıyorsun ve benliğinle, kendinle yaşayabiliyorsun. Çok da mutlu oluyorsun bunu öğrendim. Bu yüzden kim küsmüş, kim konuşmuyormuş, kim arayıp sormuyormuş, kim beni silmiş artık hiç umrumda değil ! beni seven her ortamda sevebiliyormuş..

Yalnızlık benim tek dostum, canım, her şeyim, candan ötemdi ve hala öyle. Hiçbir zaman korkmadım ve bana hep sevgiyle yaklaştı . Dostlukların asıl yüzlerini gösterdi. Ne yapmam gerektiğini ve nasıl değişmem davranmam gerektiğini söyledi. Bir süre onu dinledim ve ilaç gibi geldi. Artık inandığım şeyler farklı ..
Hayatımın merkezine dostluğu , kariyeri , arkadaşlığı yada başka bir şeyi koymuyorum . KENDİmi koyuorum ve önemsiyorum.
Artık herkese cevap vermek zorunda da değilim.. İnsanlar ne istiyorlarsa ona inanabilirler. Tıpkı benim KENDİme inandığım gibi ..
Söyleyeceğim ve anlatacağım çok hikaye var .. Bitmedi ! Tokat gibi gelecek herkesin üzerine kelimelerim .. Bekleyin !..